10 Eylül 2017 Pazar

'Normal İnsan Kurgudur!' Michel Foucault


''Kafka’nın değişim eserinde hayvanlaşan hayat anlayışımızı kaç kişi anlayabildi ki, intihar etmek için çabalarını kaçımız düşündü ki, yoksa hasta bir kişiliği mi okuyoruz?

Kaç kişi sanat adı altında Mozart’ın sarayda kızların peşinde koşarken krala yakalanmasını biliyor ki? Kız çığlıklar içinde kaçarken Mozart onun peşinde koşuyordu. Üstü başı dağınık, kendinden geçmiş bir halde kralı karşısında görünce susmak yerine krala şunu demişti: 
“Ben bayağı biriyim ama yazdıklarım bayağı değildir.”

Zweig’in, Tanrı’nın bileklerinden tuttum derken, “kaderime ben hakimim” demek istediğini. Hugo’nun kadın düşkünü olduğunu, Dostoyevski’nin kumar tutkunluğunu, Balzac’ın dolandırıcılığını, Poe’nin ayyaş olana kadar içtiğini, “sen sarhoş mu yazıyorsun?” dedikleri zaman, kaç kişi yüzünde beliren sanat anlayışı ile yaşamının arasındaki uçuruma kendini koydu?

Tarih deliliklerle dolu, kaç kişi bu deliliklerin arasında yolculuk yapmak ister?

“Gecenin mahremiyetini yırttım” derken Rimbaud’u kaçımız anladı, Verlain korkularının kendini uyutmadığını, Nietzsche otel odasında kusmukları içinde ölürken yanında hiç kimsenin olmamasını, Miller’in karısını sattığını bile bilmiyoruz belki de…

Gorki gibi yazabilmek için on yılımı harcarım diyebilecek kaç deli var aramızda, Descartes’ın aklın kuralları eserini yazdıktan sonra tebessüm içinde övünerek kahvesini yudumladığını, kendi romanında kurguladığı kişiliğe herkesten önce kendisinin inandığı Gogol gibi, kaç kişi var kurgusuna güvenen?

Tarih deliliklerle dolu…

Cipolla’nın iktisat tarihine meydan okuduğunu bile unutmuşuzdur.

İbni Sina’nın “tıbbı üç kelime içine alıyorum” dediğinde kibirli halini , batuta her gördüğü yüze inancını sorduğunu, Farabi mutluluk teorisini kalem alırken mutsuz olduğunu kaçımız düşündü ki?

Düşüncelerin sakıncalı olabileceğini bile kralların savaşları kaybettiklerinde anladıklarını, kardeş kavgalarının gölgesinde suskunlukları, saray odalarında musiki yerine Fransız müziğinin seslendirildiğini, kaç kişi gerçeklerin bizim düşündüğümüz gibi olmadığını biliyor ki?

Tarih deliliklerle dolu….

Sanat anlayışını hayatları ile kıyasladığınızda kaç sanatkar, kaç yazar, kaç şair, aklımızda hayal etmiş olduğumuz şekilde yaşadı ki?

Sanat delilik ister demiyorum, ama sanatkar deli olabilir…''

Alıntı: https://www.facebook.com/antiotoritereskisehir/photos/a.375210232663765.1073741828.356685547849567/718850771633041/?type=3&theater

Biz Kadınları Hiç Sevmedik!


Bu yazıyı yazan bir adamı yüreğinden öpüyorum 

Biz kadınları hiç sevmedik!
Saçlarını sevdik, hele bir de sarışınsa daha çok sevdik
Ağızlarını sevdik, hele bir de şehvetli ve dolgun ise daha çok sevdik.
Göğüslerini sevdik…
Bacaklarını sevdik, hele bir de sütun gibiyse bayıldık.
Kalçalarını sevdik…
Gerçekten güzel vücutlu ve “çıtırsa” daha çok sevdik…
Yolda, arabada, televizyonda, internette onlara hep “baktık”
Her yerlerine iyice ve dikkatle baktık.
Pek iyi görememiş olacağız ki bir daha baktık.
Bir daha ve bir daha…
Kadınların her yerlerine baktık ama gözlerine ya hiç bakmadık ya da baktığımızda çok geç olmuştu…
Biz kadınlara çok dokunduk! Onlar istese de istemese de dokunduk.

Son yıllarda dini motiflerden güç bulanlarımız oldu.

Eh! Yozlaşan toplum ve geç gelen hatta hiç gelmeyen adalet olunca da 13-14 yaşındaki çocuklara bile dokunmaya başladık! Sapık damgası yemeyi göze alanlar bile şaşırdı çünkü sapık diye haykıran ne kadar azdı!

Kadınlara dokunmada dünya sıralamasında üst yerlere geldik… 2009 itibariyle rakamlar oldukça “umut verici!!! “

% 40 ını sürekli dövdük
%45 ine duygusal şiddet uyguladık (küfür, hakaret, küçük düşürme)
%16 sına zorla sahip olduk (ve olmaya devam ediyoruz)
Tüm bunlara maruz kalan her 3 kadından biri intihara kalkıştı ama biz hiç oralı olmadık (hem bize ne değil mi? Fener ya da Cimbom maç kaybedince çok üzüldük ama kadınlar söz konusu olunca pek oralı olmadık)
% 9 una daha masum birer çocukken bile dokunduk.

Ama onlar hep sustular. Çünkü konuşsalar kimse inanmazdı. “kim bilir neler yaptın ki sana tacizde ya da tecavüzde bulundu amcan ya da komşun” bu da sana ders olsun, türünden tepkiler görecekti.

Ama bu ders o kadar acıdır ki biz erkekler bilemeyiz. Bizlere sorduklarında %25 imiz “bazı durumlarda kadın dövülür” demeyi doğal bir şey gibi dile getirdik.
% 51’i erkekler ile tartışmayı bile “saygısızlık” sanıyor artık. %36’sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğine inanmış ya da inanmak zorunda kalmış. % 52’si “erkek kadından sorumludur” diyecek kadar kadınlığını unutmuş ya da unutturulmuş. % 49’u “erkek ne zaman isterse bana sahip olabilir benim itiraz hakkım olamaz” diyecek konuma gelmiş ya da getirilmiş!
Hal böyleyken kabul edelim biz kadınları kullanmayı çok sevdik. Evde, işte, siyasette, okulda kısacası her yerde…

Parti kongrelerinde sözde liderler konuşurken arka fonda 3-4 kadın vardı hep. Onlardan vitrin yaptık, imaj yaptık. Başörtülü, normal türbanlı, modern türbanlı ve türbansız…

"Cennet anaların ayakları altında" diye diye büyütüldük ama anaları hep ayaklarımız altında çiğnedik, ezdik, tepikledik…

14 şubat sevgililer günü ya da anneler gününde bir kaç saat ara verdik ama sonra yine ezmeye devam ettik.

İş verirken bile onları hep düşündük! İş yerinde gözümüz gönlümüz açılsın ya da malum niyetler ile bayan eleman aranıyor ilanı vermeyi çok sevdik.

Bu ülkede kadın olmanın ne kadar zor olduğunu biz erkekler bilemeyiz. Çünkü artık konuşmuyorlar, konuşamıyorlar, konuşturulmuyorlar.

Bu ülkenin kurucusu Atatürk 1930’lu yıllarda Türk kadınına dünyadaki birçok çağdaş ülkeden önceden hak ettiği hakları verdiğinde umutlanmıştık. Çünkü o Atatürk’tü ve Kurtuluş Savaşında bebeğinin kundağında mermi taşıyan anayı ya da cephede erkeği ile göğüs göğüse savaşan bacısını unutmamıştı. İhanet edemezdi ve etmemişti de. 
Ama biz ihanet ettik! 
Türkiye nereye gidiyor? diye soruyor herkes birbirine.
Oysa cevap ne kadar da açık değil mi? 
Türkiye hızla ve şevkle karanlığa gidiyor. 
Hatta koşuyor…
Çünkü kadın yok oluyor, yok ediliyor…

Benim annem, kız kardeşim, sevgili kızım yok oluyor…

Kadını yok olan ülkenin gideceği yol bellidir. 
Karanlık ve onursuz bir gelecek…