31 Mart 2017 Cuma

Olağan Psikopatlar - Kevin Dutton

Psikolojiye ilginiz varsa zaten bir gün elinize geçer ve okursunuz,ancak ilginiz yoksa mutlaka okuyun,çünkü ilginizi çekecek pek çok şeyi size öğretecek bir kitap.Hepimiz psikolojik etkiler altındayız ve psikolojimizi temellendiren dinamiklerle yaşayan varlıklar olduğumuzdan bizi ve çevremizdeki insanların tavır ve davranışlarındaki nedenler hakkında güçlü bilgiler veren,psikopatik kişiliklerin ise hayatımızda çokça yer aldığını örneklerle ve bilimsel çalışmalarla anlatan bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

Hatta hepimiz biraz psikopatik özellikleri taşıyoruz,ancak uç noktalardaki psikopatların hayatımızın ne kadar çok içinde olduklarını,ancak onlara dair belirleyici özellikleri bilemediğimizden kendilerini nasıl kamufle ettiklerini ve bizleri nasıl ele geçirdiklerini,günümüzde ise bu psikopat kimliğinin nasıl yükselişe geçtiğini hiç düşünemeyeceğiniz noktalardan size anlatan bu kitap belki de hızla gelişen dünyanın değişen insan kimliklerinin ve insan psikolojilerinin hangi boyutlara ulaşıp ta hayatlarımızın içine nasıl dahil olabildiklerini ve tehdit edici unsurlarını detaylarıyla anlatması bakımından da okunmaya değer bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Bir psikopatın yedi özelliği; kitapta bunu yedi ölümcül anahtar ya da psikopatlığın yedi çekirdek ilkesi olarak ifade ediyor:
*Acımasızlık
*Cazibe
*Odaklanma
*Zihinsel sağlamlık
*Korkusuzluk
*Farkındalık
*Eylem
Ve bu maddeler ardından yaptığı açıklamalardan sonra en dikkat çekici cümle şu;
"Marifet psikopat olmakta değil, 'metot psikopatı' olmakta.Şartlar gerektirdiğinde o karaktere bürünebilmekte.Ve ardından istisnai durum sonra erdiğinde tekrar normal kişiliğe dönüşebilmekte."

(Şahsen tanıdığım kişilerle bu bilgiyi/bilgileri kıyasladığımda doğruluğunu tasdik etmiş oluyorum.)

Ve şu cümle psikopatlara dair bir sorunu açıklayıcı niteliktedir; 
"..psikopatların sorunu boğazlarına kadar şeytani kötülükle dolu olmaları değil.İronik bir şekilde,gerçek bunun tam tersi.Onlar iyi bir şeyi aşırıya kaçırmış olanlar."

Düşüncelerinizi, bulunduğunuz yere ve an'a yoğunlaştırmanın,hem psikopatlığın hem de ruhsal aydınlanmanın ortak noktası olduğunun altını çiziyor.

Psikopatların tamamen iyi olmadığı veya tamamen kötü olmadığı konusunda uzunca değerlendirmeler ve araştırma örnekleri mevcut.Belki şimdi sorarsınız,psikopatın iyisi mi olur? Evet olur,her psikopat illaki fiziksel zarar verici nitelikte değildir,diye açıklıyor,ancak duygusal anlamda zarar verici olanından da bahsediyor.Bunun psikopatlar üzerindeki en masum özet açıklama olduğunu söyleyebilirim.Ancak psikopatların bazı duygusal özelliklerden yoksunluğunu örneğin,empati becerisinden yoksunluğunu pek çok örnekte dile getirirken,onların sosyal hayatın içinde zarar verdikleri insanlara dair umursamazlıklarının en büyük nedenlerinden birinin de bu olduğunu özellikle belirtiyor.Örneğin bir seri katili anlatırken,katilin işini soğukkanlılıkla bitirdikten sonra öldürdüğü adamın ceketini çok beğendiği için alıp giydiğini ve sonrasında bir bara gidip eğlendiğini ve barda bir kadınla geceyi normal bir şekilde hiçbir şey olmamış gibi bitirdiğini yaşanmış bir örnekle anlatıyor.Psikopatlığın hem genetik hem de çevresel etkenlerle ilintili olan bir ruhsal durum olduğunun da altını çizerken,psikopatik özellikleri maddeler halinde sıralayıp bu özelliklerin yaşamın içindeki yansımalarının nasıl olduğunu yani birlikte oldukları insanlara,sosyal çevrelerindeki iletişimlerine ve genel hayatlarına nasıl yansıdığını ilgi çekici biçimde anlatıyor.


Eğer iyi bir gözlemciyseniz ve onlara dair bu bilgilere sahipseniz bir psikopatla buluştuğunuzu,onunla çay içtiğinizi,belki de en iyi arkadaşınızın bir psikopat olduğunu, hatta ona aşık olduğunuzu anlarsınız,bu sizi ürkütse de... Ancak şunu da belirtmeliyim ki,bazı bölümleri okurken,psikopatları artık daha net anlamış olacağınızdan,onlara imrenme duygusunu içinizde hissedeceğiniz anlar olacaktır...

Bu anlamda kitapta pek çok örnek vaka değerlendirmelerinin mevcut olması kitabı okuma zevkini artırırken,öğrendiklerinizin şaşkınlığıyla da buz gibi olduğunuzu hissettiriyor size.Heyecanı yüksek bir gerilim filmi izler gibisiniz kimi bölümlerde ama hepsi yaşanmış olaylardan. Bölümler, vaka örneklemeleri ve değerlendirmeleri nedeniyle çok fazla uzun değil,kimi bölümlerin ise örnek vakaların bilimsel araştırma boyutları,kişilere yapılan farklı testler ve detayları nedeniyle uzunluğu söz konusuyken,kimi bölümler iki sayfa olduğundan sizi sıkmıyor,tam tersi hemen bir sonraki bölüme geçmek istiyorsunuz.

Ağırlıkla roman okuyan arkadaşlara araya çeşitleme olması bakımından şiddetle öneriyorum.Bazen okuduğumuz türü değiştirmek ruha iyi geliyor;)


Kitaptan bazı alıntılar:

*Ödül Peşinde
Psikopatlar yemek,seks ve para gibi fiziksel ihtiyaçlara dair iki kat daha fazla sözcük kullanırken psikopat olmayanlar aile,din ve inanç gibi sosyal ihtiyaçları öne çıkarıyormuş.Üstelik iki grubun suç işlemedeki kişisel nedenlerinde de farklılıklar saptamışlar.

*Aklıselim MaskesiDerler ki psikopat, duygunun kelimelerini anlar ama müziğini duyamaz!

*Bugün dahi,kaygılı insanlar tehlikeyi hissetme konusunda diğerlerinden daha başarılılar.

*İçinde bir parça delilik barındırmayan deha yoktur.
Aristotales

*Oscar Wilde kendisine,
-Yanınızda keskin bir şey var mı? sorusunu yönelten ABD Gümrük Ofis memuruna
-Yalnızca zekam! 
diyerek yanıt vermiştir.

*Zayıflığı sezmek,bir seri katilin alet çantasında taşıdığı yeteneklerden biri.

*Psikopatların ortak bir özelliği varsa, o da paravanlarının arkasında acımasız bir yırtıcının buz gibi soğuk kalbi çarpıyor olmasına rağmen,kendilerine sıradan insan havası verme konusundaki dört dörtlük becerileridir.

*Psikopatlar pişmanlık duygusunu hissedemiyor.

*Psikopatlar gözlerini diğer insanlara göre biraz daha az kırparlar. O sinirleri gerici,hipnotize edici havalarında bunun da payı vardır.

*Bilmediğin şey seni üzemez!

*"Duygu boşa harcanan enerjidir ve işleri zorlaştırır."

*Kişilik,tek atışta hedefi vurabileceğiniz basit oyunlar için fazla karmaşık bir yapı.

*Kimlik BunalımıPsikopatların ikna kabiliyetleri emsalsiz,karşısındakinin ruhunu okuma becerileri efsanevi.Aynı özellikler,soğuk mavi bakışları ve dahi seviyesinde IQsu olan tecavüzcü katil Joe için de geçerli.Hatta o derece kibir psikopatla görüşürken karşınızdakinin kim olduğunu bilmiyorsanız bir gariplik olduğunu anlamanız çok güç.

*Deliliğin MatematiğiMantıksız davranmak bazen en mantıklı seçim olabilir.

*Buzda ŞampanyaÇoğu insan sohbet esnasında size ne söylediğine dikkat etmez.Sözler bir kere ağızdan çıkınca unutulur gider.Ama bir dolandırıcı her ayrıntıya kulak kesilir.Terapide olduğu gibi,o insanın içine girmeye,küçük şeylerden kim olduklarını anlamaya çalışırsın.Ve hepsi küçük şeylerin içinde saklıdır.Şeytan ayrıntıda gizlidir.

*Devir Değişiyor"Çevrene baktığında,yani modern topluma,sence gitgide daha mı psikopat oluyoruz?"
......
2011'de Japonya'da 17 yaşında bir çocuk iPad alabilmek için böbreklerinden birini sattı.Çin'de,bir pazar yerinde sokak ortasında kalan iki yaşında bir çocuğa bir kez değil iki kez araba çarptı ve orada bulunanlar tınmadılar bile.Dehşete düşen birkaç vatandaş hükümete bir dilekçe yazarak bir daha böyle bir şey olmaması için "İyi Vatandaş Yasası" nın geçmesini talep ettiler.

*İyi Vatandaş Yasası(Good Samaritan Law);zor durumda olan birine yardım etmemeyi suç sayan yasadır.

*Beni Psikopat YapHer şey harika olsa bile kendimizi kötü hissetmemize neden olabilen bir şey vicdan!

*Suçlu Olmak Benim Suçum mu?60'larda Alan Harrington adında bir yazar vardı.Psikopatlığın,evrimin bir sonraki basamağı olduğuna inanıyordu.Toplum gittikçe hızlanır ve bağlar gevşekleşirken,doğal seçilimin bir sonraki numarası bu olacaktı.

*Aklıselim MaskesiCleckley,psikopatın robot resmini şöyle çiziyor;
Psikopat zeki biridir,ayırt edici özellikleri duygu yoksunluğu,utanma duygusunun olmaması,benmerkezcilik,yüzeysel cazibe,suçluluk ve kaygı hissetmeme,cezadan etkilenmeme,hareketlerinin önceden kestirilememesi,sorumsuzluk,insanları kullanma ve kimseyle uzun süre ilişki kuramama.Cleckley aynı zamanda çizdiği portrenin bazı yerlerine dehanın fırça darbelerini serpiştirmiş.Psikopatı "kurnaz ve kıvrak zekalı", "hoşsohbet", ve "olağandışı bir cazibeye sahip" diye betimlemiş.

*Manyetik KişilikAmigdala,beynin duygu kontrol kulesidir.Duygusal hava sahamızı idare eder ve olaylara verdiğimiz duygusal tepkileri düzenler.Ama psikopatlarda bu hava sahasının korkulara karşılık gelen bölümü boştur.

*Düşmanın yüzüne gülümseyebilmek genelde yüksek ruhsal zekanın işaretlerinden biri olarak kabul edilir.

*Süper Uyanıklık-P KuşağıHarrington'un tanımına göre psikopat, "yeni insan" : kaygı ve vicdan azabının prangalarından kurtulmuş bir psikolojik süper kahraman.Gaddar ve maceraperest.Ama aynı zamanda durum gerektirdiğinde iç açıcı bir havaya bürünebiliyor.

*FarkındalıkSeni yıldıran şey şiddet değildir,şiddet tehdididir.O zaman neden sadece şu anla ilgilenmiyoruz?

*Psikopatlar şuanda yükselişe geçmiş durumda.Ve ne kadar yükselişte olurlarsa,hareketleri o kadar normal olarak kabul görmeye başlıyor.

*Ben Jenerasyonu**Kitap okumak,beyinlerimizin kadim korteks yatağına yeni nöral yollar kazıyor.Dünyayı görüş şeklimizi değiştiriyor.Nicholas Carr'ın son dönemdeki "Okurların Hayalleri" adlı denemesinde dile getirdiği gibi, "başkalarının iç yaşamlarına daha duyarlı yapıyor."

Isırılmadan vampir oluyoruz.Bir başka deyişle,daha empatik!
Kitapların yaptığı şeyi internetin sunduğu sanal dünya yapamıyor!

*Tepeye Çıkmak İçin Namınızı Önceden Yukarı Gönderin!Acımasızlık.Korkusuzluk.İkna kabiliyeti.Cazibe.Ölümcül bir birleşim-ama yeri geldiğinde hayat kurtarıcı bir birleşime dönüşüyor.Bugünün katilleri dünün barış sağlayıcılarının omuzlarında gizli gizli günümüze kadar evrilmiş olabilir mi?Bu olasılığı yabana atamayız!

*İş dünyasındaki psikopatlarİş dünyasında genel nüfusa oranla çok daha yoğun psikopatik kişilik olduğuna şüphe yok!

*Yolda Telef OlanlarEn büyük hazine,kendine hakim olmaktır,diye yazmıştı 11.yy Budist hocası Atisha.En büyük sihir,kişinin arzularına yön vermesidir.Görünüşe bakılırsa psikopatlar bu konuda hepimizden bir adım önde başlıyorlar.

*Buzda ŞampanyaGreg Morant'ı ele alalım.Morant,Amerika'nın en başarılı dolandırcılarından biri.Ve iş psikopatlığa geldiğinde,tanışma şerefine eriştiklerim arasında cazibe ve acımasızlıkta ilk beşe girer.Onunla New Orleans'taki beş yıldızlı bir otelin barında buluştuk.Önce 400 dolarlık bir şişe Cristal şampanya ısmarladı,ardından cüzdanımı geri verdi.

*FarkındalıkBir daha korktuğun bir durum olduğu zaman şöyle düşün: "Eğer böyle hissetmiyor olsaydım ne yapardım? Ve onu yapmaya koyul!"

Keyifli okumalar dilerim..


Özlem Bayır

Sis ve Gece - Ahmet Ümit


Ahmet Ümit okurken beynimdeki çöplükleri boşaltıyorum sanki,o derece bir hafifleme rahatlama hissediyorum.Terapi gibi..Dünyadan koparıyor bambaşka bir hisle,adeta kitabın içindeki polis ben oluyorum.Çünkü hep finali bulmaya odaklıyım,bulamayınca deliriyorum..

Sorgu odalarına girip çıkıyorum,gelen acil telefonlara yetişmeye çalışıyorum bir arabanın içinde giderken,bir umutla ipucu arıyorum,hızla çıkıyorum merdivenleri..Kendime sakladıklarımı biri anlamasın diye de üstün bir çaba içine giriyorum,endişelerim ruhumda titriyor,uykularım delik deşik bazen..Hep bir kovalamaca hep bir hareket içinde olmak sabit bir haldeyken bile,elimde kitap,kitap içinde bir hayatın içinde olmak durmaksızın,soluk soluğa bir telaş,kafamda bitmek bilmeyen sorular,olasılıklar...


Bir sisle kaplı sanki her şey,bir gece gibi karardı ortalık! Hiçbir şey net değil..Lanet olsun bir türlü ulaşamıyorum aradığım cevaba..Oysa o kadar da dikkatliyim,o kadar tecrübeliyim bu işte..Ama hangi detayı kaçırıyorum ki bu iş bu kadar çıkmaza giriyor? 

Mine nerede peki? Nerede bu kız? 

Hiçbir şeyi tahmin edemez duruma geliyor beynim..Onca bilgi topladım,onca olasılık düşündüm ama hiçbiri beni sonuca ulaştırmıyor..Zaman geçtikçe kendimi inandırmaya çalışıyorum kötü sonuca çaresizce..Ama ya değilse?

Bu ikilemler arasında yaşadığım gel-git beni yoruyor,sinirlendiriyor!Bir kitlenme noktasındayım şimdi..Beynim tüm kapıları kapatıyor..Mine nerede? 

Ve hiç ummadığım bir kapı açılıyor aniden,hiç hesap etmediğim,hatta üstünde durmadığım bir detaydı bu oysa!..Hayır olamaz! şaşkınlık,şok,acı,ruhumu kaplayan telaşla isyanım zirve yapıyor..Kalbimdeki acı o zirvede tırmanışa geçiyor..Kendime olan öfkemi nasıl cezalandırmalıyım peki?İşte tam da o anda beynim ta en başından tüm hikayeyi yeniden sahnelerken, zihnimdeki trafik o kapının önünde beni tutsak ediyor!Açamıyorum o kapıyı bir türlü.. 


"N'olur olmasın!" diye çığlıklar attığım içsel yakarışımın gürültüsündeki enkazın altında can çekiştiğim acım beni oracıkta paramparça ediyor! 

Mine!!!.........


*Ahmet Ümit'in yabancı dile çevrilen ilk Türk polisiye romanı ve aynı adla sinemaya aktarılan eseri olması nedeniyle de ayrıcalıklı bir değere sahip.

Keyifli okumalar dilerim

Özlem Bayır

28 Mart 2017 Salı

Sis - Miguel De Unamuno


Bu kitabı ocak ayındaki kitap fuarında almış,8 Ocak 2017 diye de üzerine not düşmüştüm.Ancak sırasını beklemek zorunda bıraktığım kitaplardan biriydi.Belki de yazarı tanımıyor oluşum ve aldığım ilk kitabı olmasıydı bu sıralamanın nedeni.Hakkında bildiğim tek şey ise,bir gün bir arkadaşıma hediye aldığım kitaba yazdığım ve ona ait olan “Yaşamın tek öğretmeni yalnızca yaşamdır” sözüydü.Ve artık okunma zamanı geldiğini düşünüp elime aldığım andan itibaren içinde kaybolduğum düşünsel bir serüvene dahil olacağımı tahmin edemediğim ve bitişinden üzüntü duyduğumu hissettmeme de neden olan güzellikte bir kitap olduğu fikriydi.Böylesi güçlü bir yapıtla karşılaşınca istiyorsunuz ki bundan sonra elinize aldığınız ilk kitaptan itibaren tüm diğerleri bu şekilde sizi doyursun,düşünsel sarsıntı yaşatsın,size eklemlensin,varlığınıza yeni bir esinti kaynağı olsun… 

Bu,bir roman tasvirindeki derinlikli bir felsefi yaratımdı bana göre..Ve felsefeye ilginiz varsa ruhunuza ayrıcalıklı bir doyum sunacağına emin olun…

Kitaba normal bir romana başlar gibi başlıyorsunuz,varlıklı bir adam,güzel bir kadın,bir ev, süregiden bir yaşam ve birkaç insan daha.. Normal ve bilindik bir hikaye kurgusu başlangıcı olduğunu size düşünürerek kadın-erkek ilişkisi ile başlatılan romanın aslında öyle olmadığını ve olmayacağını, satırlarda kontrolsüzce ilerleyişinizi fark ederken dikkatinizi daha farklı bir çabayla toplamaya başlıyorsunuz.Bu çaba daha çok düşünsel yetilerinizi ortaya koymanız gerektiğinin alarmını verir gibi bir uyarıya dönüşmeye başlıyor!Çünkü şimdiye kadar okuduklarınızdan farklı bir kurguda yer aldığınızı hissettiren bir yazarla tanışmış olduğunuzu anlamaya başlamakla birlikte romanın felsefi derinliği olan bir anlatıya dönüşeceğinin idraki üzerinde olacağınız Unamuno’nun ne demek istediğini anlamak üzere size farkındalığınızı artırıcı bir oturuş pozisyonu aldırıyor..Algılar açık,dikkat uyanık,beyin çalışmaya hazır… 

Önsözden itibaren karşılaştığınız cümlelerdeki felsefi mesajların hayata dair değinmelerinde zihin istemdışı da olsa sorgulamaya başlıyor bile. Altını çizdiğim ilk satırlardan biriydi önsözde; “..bir yerde acı yoksa ironi de yoktur ve sakınım mizahla kavga halindedir..” Önsözün çekiciliği ise başlı başına kafa yorulması gereken bir bölüm olarak önce sizi etkisi altına alarak düşündürmeye zorlarken kitabın sonlarına geldiğinizde zaten yaşamış olduğunuz genel şaşkınlığınız daha da artıyor.Önsözü yazan kim?

Hem bir hikaye hem de varoluş gerçekliğinin sorgulanmaya başlandığı sahnelerin içinde yer alırken diyalogların çokça oluşu ve akıcılığı size kendinizi bir tiyatro sahnesinin baş aktörlerinden biriymiş gibi hissettiriyor.Konu itibariyle insan-aşk-acı-ruh-varlık-evlilik-yaşam vs. ekseninde sorgulanan varoluşun ruhunuzdaki tezahürü o anda başkalaşım geçirmeye müsait bir hal alıyor.İşte tam da o bölümleri bir solukta okumamak gerek,anlatım dili ne kadar akıcı olsa da.Çünkü o bölümlerde insanın hayat ile olan bağlantısının felsefi temeline “varoluş” yoluyla uzanırken,bu sorunlara dair yanılsamaları sıradışı bir üslupla uzunca bir diyalog içerisine yerleştiriyor yazar.Anlatının omurgasını bu diyaloglar oluşturuyor. Yazar,her okurun beynine,ruhuna Agusto vasıtasıyla ulaşma amacını güderken bunu ustaca kaleme döktüğü bir anlatıya dönüştürüyor.

Agusto Perez’in hissettiği aşkın beraberinde acıyı getirmesi, ona kendi varoluşunun kaynağına dair sorgulamaları başlatırken acı duyduğu ölçüde var olabildiğini de öğretiyor.İlk kez, acı çektikçe düşündüğünü,düşündükçe varlığını,acı çektikçe ruhunu hissediyor. Descartes’in o ünlü “düşünüyorum öyleyse varım” sözü,onun zihninde sürekli “varım o halde düşünüyorum” , "seviyorum öyleyse varım" gibi kendince söylemleriyle değişimlere uğruyor ve soluksuz bir septik sorgulamanın içinde buluveriyor kendini.Düşlerimizin düş kırıklıklarına dönüşümünde yaşadığımız acının derinliği, insanı felsefi boyutuyla düşünmeye zorluyor belki de her seferinde.Bir nedensellik döngüsü içinde yaşamın varoluş gerçekliğini aklileştirme çabasıyla Perez, içinde bulunduğu durumu ve geldiği noktayı ruhsal bir bakış açısıyla yeniden irdelerken kendinde gördüğü eksiklikleri de zihninde kurguladığı psikolojik deneylerle tamamlamaya ve aradığı sorulara yanıt bulmaya çalışıyor.Ruhunda çığlık atan aşkın acısıyla zihnindeki ve ruhundaki karmaşayı dindirme çabası onu üç kadın arasında kurguladığı deneysel bir deneyime sürüklerken, aşkını da bu deneye teslim etmekten başka çaresi kalmıyor. Bu bölümleri heyecanlı bir film izler gibi tasvir etmekten kendinizi alamıyor,içinizden yükselen sesleri Agusto’ya duyurmak istiyorsunuz hatta.Onu uyarmak ister gibi.Bir aşk bir insanı tahmin edemeyeceği bir sona ulaştırabilir mi?Felsefeyi ve tüm kavramları bir yana bırakarak düşünecek olursak Agusto’nun son noktada -deney sonrasında- yaşadığı acının boyutlarını anlamamak imkansız olurdu.İnsanların sevinçleri farklı olsa da acıları ortaktır neticede ve bazı acılardaki duyguların derinliğini duyumsamak elbette ruhun ilk ve en kolay algıladığı şey olabiliyor.Özellikle bu bir kadının sadece gözlerinde başlayan aşkın acısıysa!... Fakat her deneyimin acısı, her kişiyi farklı bir idrak boyutuna ulaştırırken kimilerinde ise yaşamın en öngörülemez noktasına taşımış olduğu sürprizini de beraberinde getiriyor.

Agusto’nun yaşamında,düşüncelerinde ve hayatını etkisi altına alan bu aşk deneyiminde her şeyin bir sis tabakası gibi beynini kapladığını, görünenle görünmeyeni,bilinenle bilinmeyeni varoluş temelinde ayırt etme noktasında yaşadığı her şeyin düşsel bir yanılsama gibi olduğunu ve fakat aynı zamanda olmadığını da anlamaya, hatta kendini ikna etmeye çalışırken, karmaşık olan hayatın idrakinin kavramsal zorluğunu da ustaca gözler önüne seriyor yazar.Özellikle finalde.Kitaptaki en önemli bölümlerden biri de sonda yer alan Agusto’nun köpeği Orfeo’nun monologlarının dikkate değer oluşu.Bağlılık kavramının üzerinde bu noktalarda üstüne basa basa durmuş ve bizi en acıtan ve düşündüren bölüm olarak müthiş bir tasvirle sahnelenmesini sağlamış diye düşünüyorum.

Bunun dışında bahsi geçen varlık,mülkiyet,mülkiyetin gücü,maddi kavramlar üzerine değinmelerinin boşuna olmadığını,yazar hakkında biraz araştırma yapınca anlıyorsunuz.Faşizme olan karşıtlığı nedeniyle tepkilere maruz kaldığı,sürgün edildiği ve ölümüne dair bilgiler sizi ona ve onun deliliğinin boyutlarını anlamaya daha da yaklaştırıyor.

Yazar ummadığınız bir sürpriz de yapıyor sonlarda. Birden bire kendinizi bambaşka bir yerde bulmanız, ummadığınız biriyle bir diyaloğun sahnesinde olmanız sizi şaşkına çevirirken, yazar şimdiye kadar böyle bir sahnenin içinde yer almadığınızı da size fark ettirerek sıra dışı bir deliliğin üstadı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.İşte sadece oldukça ilginç olan bu deneyimi yaşamanız için bile okunmayı hak eden bir kitap.

Çok hassas olma çabasıyla ve çok zorlanarak,ipucu vermemeye çalışarak, adeta kıvranarak kapalı ifadelerle bu incelemeyi yazma gayretinde oldum elimden geldiğince,fakat aynı zamanda bunun bir inceleme olmadığının da farkındayım böyle bir yazarla tanıştıktan sonra..Ancak bir edebi yapıtta varoluşçuluğu; bilindik bir konu olan aşk ile böylesi bir ustalıkla anlatma,okuru hiç beklemediği bir yerden vurup düşünsel yetilerini zorlayıcı bir kurgunun içine çekme ve tüm bildiklerinizi size yeniden sorgulatma yeteneğine sahip Unamuno’ya hayran kaldığımı,zekasının ne kadar incelikli kıvrımlara sahip olduğunu belirtmeliyim.Böyle yazarlar tanıdıkça hiçliğinizin bir kez daha farkına varıyorsunuz..


Kitaptan bazı alıntılar:

*Biz insanlar ne büyük acılara,ne büyük mutluluklara dayanıyoruz,çünkü bu acılar ve mutluluklar küçük olaylardan oluşmuş büyük bir sis tabakasına bürünerek geliyorlar.Yaşam bu işte, sis.

*Rastlantı dünyanın gizli ritmidir!

*İnsan yanında birisiyle uyuyunca düş de ortak olmalı!

*Sevmek için yaşamak gerek! Evet ve de yaşamak için sevmek gerek!

*İnsan iyi olarak doğar,doğal olarak iyidir;toplum onu bozar,yoldan çıkarır...

*Erdemsizliklerimiz evcil hayvanlara bile bulaşır!Hatta bizimle birlikte yaşayan hayvanları o kutsal doğal ortamlarından çekip çıkardık! Ah insanlık! İnsanlık!

*Yaşamın tek öğretmeni yalnızca yaşamdır;bunun yanında pedagoji hiç kalır.

*Yaşam çok şey öğretiyor insana,ölüm daha çok;her ikisi bilimden daha çok,çok daha fazlasını öğretiyor.

*Ruh,yalnızca gözyaşları halinde ortaya çıkan bir kaynak.Gerçekten ağlayıncaya dek,insan bir ruhu olup olmadığını bilmiyor.

*"...hiç kimse kendisi değildir,başkalarının yaratılarıdır."

*İyi kalpli,duygusal ve iyi bir insan eğer delirmezse, tam bir budala demektir.

*Gülmek,trajediye hazırlanmaktan başka bir şey değildir.

*Kadınla ilgili psikolojik tek deney evlenmektir.

*Bir insan haklı çıkma için nedenler aradığı zaman aslında Tanrı'yı haklı çıkarmaktan başka bir şey yapmaz.

*-Evet, "Sanatın en iyi kurtarıcılığı,insana var olduğunu unutturmasıdır." diye bir söz duymuştum.Kendi kendine eğlenmek,acılarını unutmak için kendini roman okumaya veren insanlar vardır...
-Hayır,sanatın en iyi kurtarıcılığı,bir insanın var olduğundan kuşkulanmasını sağlamasıdır.
-Peki var olmak nedir?


*İntihar edenlerin büyük çoğunluğu başarısızlığa uğramış katillerdir;kendilerini öldürenler başkalarını öldürme yürekliliği olmayanlardır...

*Tanrı bizimle ne yapacağını bilmedi mi öldürür bizi!

*Bir de üzüntü insanı öldürmez derler!

Mutlaka okuyun..
Keyifli okumalar dilerim.
Sevgiler...


Özlem Bayır

14 Mart 2017 Salı

Hayatın Bilgeliği - Arthur Schopenhauer


Öncelikle kitabı çok sevdiğimi söylemeliyim. Bir Schopenhauer kitabı için inceleme yazma haddini kendimde görmeyerek bu inceleme yazısını da yazmış olma sorumluluğunu alıyorum.

Açıkçası Schopenhauer okurken her zaman yaşadığım sorun olan,bir cümleyi bazen birkaç kez okuma durumu beni bazen zorlasa da onun dil ve anlatımındaki derinliğinden kaynaklandığının hep farkında olmuşumdur.Çünkü tuhaftır ki, aslında onun dili ve üslubu gerçekten çok sade ve anlaşılır olmasına rağmen ve bunu cümlelerinde görmenize rağmen,iş anlamlandırmaya geldiğinde “bir dk ya, ne demek istedi bu cümlede hmm” diye, kendi kendinize düşünüp cümleyi yeniden okuma ihtiyacı hissettiriyor size..Aslında mecbur ediyor diyelim.İşte tam da bu noktada kendi eksikliğinizin yeniden farkında oluyorsunuz,daha pişecek çok yolum var deyip o cümleleri tekrar tekrar okuyorsunuz. Schopenhauer’in tatlı tokatları diyorum ben bu duruma.. 


Kitabın içeriğine gelince,insan varoluşunu temel alarak değindiği konuları bölümler ve başlıklar halinde sunuyor size.Kişinin varoluşuna dair mutluluğunun temelinde ya da temelsizliğinde yatan nedenleri tüm kişilik kavramı üzerinde değerlendirirken tek başına “kişi,kişilik” kavramlarını da ele alarak ilk bölümünde başlangıç yapıyor.Kişinin ne olduğu,kim olduğu,nelere sahip olduğu ve başkalarının gözündeki kişinin değerlendirmesini yaparken,bizim günlük hayatta yaşadığımız,düşündüğümüz ya da sorguladığımız tüm kişilik sorunlarının masaya yatırılması gibi bir bölüm okuduğunuzun farkında vardırıyor size. Aristotales, Sokrates,Goethe,Seneca gibi pek çok düşünürden de çokça alıntılar yaparak zengin bir anlatı sunuyor kitabın tamamında.

Sonraki bölümlerde ise alt başlıklar halinde Saygınlık,Gurur,Mevkii,Onur ve Ün konularını açık ve net bir dille ifade ederken,kendi perspektifinden size sunduğu düşündürücü bir algı yaratama çabasının etkisine girmiş oluyorsunuz.Bu algı,toplumsal varlıklar olan bizlerin bu sistem içinde neyi nasıl konumlandırdığımızı,kişi olarak neleri nasıl istediğimizi,bizi rahatsız eden eleştirel durumların kişiliğimiz üzerinde yarattığı baskıların varoluşumuza nasıl etki ettiği üzerinde durduğu noktaların sosyolojik ve psikolojik bir temellendirmeye dayandırarak aslında kendimizle de bir yüzleşme olduğunu bize hissettiriyor.

Üzerinde sıkça durduğu ‘başkaları ne der?’ konusu, geçmişten günümüze demek ki hiç değişmeyen bir bakış açısı olmuş, dedirtiyor bize her seferinde.Çünkü bu hapishaneden kurtulamıyor oluşumuzun varoluşumuza olduğu kadar,tüm ilişkilerimizde ve yaşamımızda olumsuz ve fakat etkin bir rol oynadığı gerçeği ile de yeniden yüzleştiriyor bizi.Toplumsal olarak etki alanı geniş bir düşüncenin edilgen kölesi olmak gibi..Okurken hissettirdiklerinin rahatsız edici ve zarar verici olduğunu hissediyorsunuz,verdiği örnek alıntılarla yahut kendi söylemlerinin iğneleyici üslubuyla.Çünkü insan doğasına tamamen ters olan bu tutumların kişinin tüm gelişim serüvenine,varoluşuna hiçbir katkısı olmayacağı gibi kişiyi başka bir şeye,başka bir kimliğe dönüştüreceği bilincini de ısrarla anlatmaya çalışırken kişinin “kendi” olabildiği ölçüde kendine olan saygısı ve toplumdaki saygınlığı,hayattan alabileceği zevkler,ilişkiler,mutluluk,bilgelik gibi kavramların altını da çizmiş oluyor.Bu nedenle kişilerin ruhsal anlamda zengin olmaları gerektiğinin önemine değiniyor sıkça.Kendi kendine yetebilme,kendi varoluşundan her anlamda mutluluk duyabilme,içsel zenginliğinin ruhsal doluluğunu yaşama hazzı ve zihinsel uğraşıların üzerinde kafa yoran kimselerin diğer geçici hazların peşinde koşanlara göre nasıl daha fazla mutlu olabileceğinin ve ulaşacağı doyumun eşsiz olacağının derinlemesine açıklamalarını yaparak sunduğu farkındalığı üst düzeye çıkarıyor.

İnce bir kitap olmasına rağmen insanı çokça zenginleştiren bir kitap ve altını çizebileceğiniz epey fazla satırın olması,daha sonraları elinize alıp herhangi bir sayfayı açtığınızda size yeniden kendini hatırlatacak satırlarla bakışmanızı sağlaması açısından da verimli bir kitap olduğunu söyleyebilirim.


İnsan okuduğu hiçbir şeyi unutmak istemiyor, hele de böylesine varlığımıza ve hayatımıza tesiri olmasını istediğimiz bilgelik konularıyla ruhunuzu doyurmak istiyorsanız..

Keyifli okumalar dilerim…


Özlem Bayır

İnsancıklar - Dostoyevski


Dostoyevski' nin edebi hayata giriş yaptığı ilk romanını okumuş olmanın verdiği hazzı ayrı yaşarken bu konuda geç kalmış olmanın düşüncesine ise ayrıca içerledim.

24 yaşında yazmış olduğu bu ilk romanını hangi ruh hallerinde yazdığını,o dönemdeki yaşamını,heyecanlarını,acılarını,sevinçlerini düşünmeden;hele de romanın bazı sayfalarını yazarken önündeki kağıtları,odasındaki gaz lambasının o sarı ışığını ve belki de kimi sayfalarını yazarken dışarıda yağan yağmurun sesini ruhumda betimlemeden, hissetmeden edemedim..Başka bir ruh halinde okudum bu kitabı, farkında olmadan o evin yakınında oturan ve onları tanıyan biri gibi izleyip durdum sanki..

Ve hangi çağda yaşarsak yaşayalım yoksulluğa bakış açısının hiç değişmemiş olduğunu,yoksulluk duygusunun insan psikolojisinde yarattığı etkileri ve başka insanların yoksulluğa karşı düşünüşlerinin hep şahit olduğumuz bunca gerçeklikle nasıl örtüştüğünü de yeniden gözler önüne serebilen güçlü bir yapıt olduğunu ifade edebilirim.

İnsani değerlerin,dostluğun,alçakgönüllülüğün ve sevginin altını kalınca çize çize bize yeniden anlatan bu kitabın kesinlikle ders verici niteliğe sahip olduğu kaçınılmaz bir gerçek..Sevgiden uzaklaşmış,dostlukları çıkarlara dayalı kurulan,manevi değerlerin ise artık hiçe sayıldığı günümüz toplumunda çokça iç geçirdiğim hayıflandığım duyguların üzülerek etkisinde kaldım..

Her şey eskiden güzeldi,demek kalıyor hep geriye,klasik te olsa..

Özlem Bayır

Aklın Serüveni ve İsyanı-Friedrich Wilhelm Nietzsche

Şimdiye kadar okuduğum en öfkeli ve isyanı zirve yapmış Nietzsche'yi gördüm bu kitapta.

Dolu dolu bir zenginliği barındıran bu kitapta Nietzsche pek çok kavrama kitabın adında da olduğu gibi isyan noktasına varan bir üslupla daha net bir açıklama getirmiş.
Üst İnsan kavramının nasıl yanlış anlaşıldığını,Trajedi,Güç İstenci,Nihilizm,Tiksinti, Sanat,Ahlak, ve Semitizm kavramlarına getirdiği o kendine has bakış açıları ile her şeyi sil baştan anlatmak ister gibi, bir öfkenin dile getirilişi gibi keyifle okuduğum bir kitap oldu.

Şimdiye kadar okuduklarınızdan çok farklı bir dille,adeta onunla sohbet eder gibi ve onun her dediğini,anlatmak istediği her şeyi bir çırpıda anlayabileceğiniz keyifte uzun soluklu hırçın bir muhabbetin ortasında kendinizi bulabileceğiniz bu eserin özellikle sonlarına doğru artık Nietzsche'yi dizginleyemeyeceğinizi anlayıp onu kendi haline bırakıp öfkeden coşmasını izlemek isteyeceğiniz tuhaf duygu iniş çıkışları yaşayacağınız güzellikte bir kitap olduğunu söylemeliyim..

Ölümünden sonra eserlerinin tahrif edilerek nasıl da Nazi yanlısı bir dönüşüme uğratıldığı gerçeği, Semitizm karşıtlığına dair yaptığı o derin açıklamaları,Trajedi'de Apollon ve Dionysos kavramlarına dair bizi zenginleştirecek büyülü açıklamalarıyla yeni bir farkındalık sunarken,onu hiç görmediğimiz belki de gerçekten çoğumuzun yanlış anladığımız yanlarına dair düzeltmeleri de bu haklı isyan edişleri sayesinde yeniden bir tefekkürle yapabilme şansını elde etmiş olacağız.

Daha da güzeli,yeniden açıklığa kavuşturmak istediği kavramlara yönelik olarak,kendi eserlerinden çokça alıntıyla doldurduğu,süslediği ve tüm kitaplarını aynı anda okuduğunuzu size hissettiren bir zenginlik sunması açısından da fark yaratan bir eser olmuş.

Sayfa sayısı az olsa da içeriğin güçlülüğü anlamında sanki bin sayfalık bir kitap okumuşçasına başka bir doluluk hissedeceğiniz eleştiri temelinde başlayıp isyan boyutuna sizi de beraberinde taşıyan Nietzsche'yle bu güzel sohbeti mutlaka yaşayın derim..

Alıntılar:

*Ve güzelliği senin gibi başka kimseden istemem sert insan:İyiliğin kendi üzerinde kazandığın son zaferin olsun!

*Güzelliğin Psikolojisi
Sanat bir sarhoşluk duygusundan doğar,bağlantıya geçen bir heyecandan.

"Cahillik,ahlaksızlık ve batıl inancın olduğu her yerde,bunların popüler olduğu her yerde,ekonominin kötü,tarımın zayıf,din adamının güçlü olduğu her yerde hala görebiliyoruz ulusalcılık kostümünü giyenleri."

*Trajedi
En garip ve en çetin sorunlar karşısında bile yaşama evet diyebilmek;yaşamın en yüksek tiplerinin kurban edilişinde,kendisinin tükenmezlik özelliğinden sevinç duyan yaşama istenci--işte ben buna Dionysoscu derim,trajik ozanın psikolojisine doğru giden yolu işte ben keşfettim!

(Putların Alacakaranlığı kitabından alıntı)

*Zayıfların Ahlakı ve KinZayıfların ahlakı kendi karakterini kin gütmesiyle belirler.

*Bizim varoluş kavramımız psikolojik ritmimizin bir soyutlamasıdır.

*Yerme İstenciAlgıların garezi insanı başka bir dünya olduğunu düşünmeye iter.

*Apollon ve DionysosGizemler biliminde acı çekmek kutsaldır:"Çocuk doğurma" işi acıya kutsal bir hal verir--oluşum ve büyüme adına ne varsa,gelecek konusunda garanti veren ne varsa acı gerektirir...

*Bir inanca yol açan duygu, haz, onun o inancın bir kanıtıdır.

*Ödemonizm:Genellikle mutluluk veya refah olarak çevrilir.Kelime karşılığı "insan gelişimidir."Aristotales bu sözcüğü "insanlar için en yüksek iyi" anlamında kullanmıştır.

*Nefret düşman sevgisine dönüştürülebilir;eğer düşmanlık durumunun doğallığı anlaşılabilirse.

*"Temelinde yaşama karşı duyulan kin duygusunu barındıran Hristiyanlık,cinselliği kirlenmiş bir şey haline getirdi: Yaşamımızın birincil koşuluna,başlangıcına çamur attı."

*Semitizim KarşıtlığıDiaspora'ya gelince:Nietzsche'ye göre Yahudiler,felsefenin büyük sorunları karşısında,diğer insanlara göre daha yetkindirler.Avrupa'daki Yahudiler zeka açısından üstündür.
......."Ve işte bu yüzden biz diğerleri,sanatçılar,izleyicilerin arasındakiler ve felsefeciler aramızda Yahudilerin olmasına izin veriyoruz--tanımak için!"
.....
"Onlar(Yahudiler) kendilerini temiz tuttuğu kadar acı da veren büyük şeylere ve erdemlere inanmayı hiçbir zaman bırakmadı.Çocuklarını ve atalarını onurlandırma şekilleri,evliliklerinde ve evlilikle ilgili ahlaklarında yatan nedenler onları diğer Avrupalılardan ayırdı."

(kendi eserlerinden alıntılar)

Özlem Bayır

Suç ve Ceza - Dostoyevski


Suç ve Ceza, okumakta epey geç kaldığım fakat içeriği ve hem insan üzerindeki hem de dünya çapındaki etkileri hakkında fikir sahibi olduğum bir kitaptı.Ve artık kitabı okumuş olmak demeyeceğim,yaşamış ve hissetmiş olmaktan bir hayli mutlu olduğumu söylemekle başlayabilirim.

Düşüncelerime ve hislerime gelince,okurken her an her sahnede soluksuz bir film izler gibi buldum kendimi,bazı anlarda kitabı elimden bırakıp Raskolnikov gibi düşünsel başkaldırıdaki karakterlerin toplumda daima dikkat çekici bir farklılık yarattığı, ailesi, çevresi, içinde bulunduğu toplum yapısına da daima ters düşeceğini bilse de inandığı haklı davası uğruna savunduklarından vazgeçemeyeceği ve fakat onu daima köşeye sıkıştıran nedenlerin ise yerleşmiş toplumsal normlar,ahlak yapıları ve kişisel erdemler olan döngüsel bir hapishanenin içinde dolanıp durmaktan onu alıkoyamayan zor ve çetrefilli bir bunalımın içinde de hastalıklı ruhsal krizlere sürükleyeceği gerçeği nasıl da insanı yoran cinsten ve içinden çıkılmaz bir hal aldıran bir sıkıntı sürüklenmesi düşüncesi,benim için heyecanı yüksek ruhsal bir kovalamaca ya da nasıl desem bir kuşatma altında olduğumu hissettirir gibiydi..Bu noktalarda Martin Eden’i sıkça hatırladım açıkçası.İki karakter arasında çokça benzerlikler bulduğumu söylemeliyim.Bunun yanında herhangi bir suç işlememiş olsak ta yahut aykırı sayılacak bir fiilde bulunmasak ta,topluma muhalif olduğumuz konulardaki tutumlarımız, kendimizce haklı saydığımız ve geçerliliği olacağına dair pek çok savlarımız hepimizde eminim vardır..Bu nedenle Raskolnikov’u anlamamak ya da ona hak vermemek sanırım imkansız olurdu.. Çünkü hepimizin derinliklerinde bir yerde bir Raskolnikov yaşıyor,bunu reddetmek imkansız. 

Düşünsel dahiliği ön planda olan delikanlı ile Sonya’yı seven delikanlı, bir evlat olan ve aynı zamanda bir ağabey olan delikanlının, ailesini her durumda kötülükten korumak için çabalayan delikanlının yanında insani tarafı güçlü olan ve cebindeki parayı zorda kalanlar için iyilik uğruna son kuruşuna kadar esirgemeyen iyi niyet potansiyelini zirvede gösteren delikanlının esasında nasıl da bütünsel bir kişilik ve karakter yapısı ortaya koyduğunu ve tüm bunları yaparken bir suç işlemiş olmasına ve bunun savaşını içinde veriyor olmasına rağmen tüm doğallığı ve içtenliğiyle kendine has tavırlar sergileyebildiğine şahit olmak muazzam bir hissi bize aktarabiliyor. Burada işlenen karakter üzerindeki en emin yargım ise şudur ki, güçlü bir ruhsal kişilik çözümlemesi. Kendini ele vermemeye çabalayarak ortaya koyduğu bilinçli ve yüksek iradenin bize akan etkisi ve daima doğallığını korumadaki üstün çabası, tüm o koşturmalarındaki terlemeleri, hastalık anlarındaki sayıklamaları, yüz yüze geldiği kişilerin kendine olan güvenlerini boşa çıkarmamadaki dayanıklı kendinden emin duruşu, tavırlarındaki tüm o yüz mimikleri ve tedirgin davranışlarına birebir oradaymış gibi şahit olmak ve hissetmek sanırım hepimizin gerçekmiş gibi yaşadığımız bir deneyimi bize sunması bakımından da tesiri yüksek bir yapıt olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.. Dostoyevski’ye reverans yaparak bitirmiş oldum kitabı..Muhteşem bir hayal gücü ve hatta ötesi bir baş yapıt..

Esasında bu yapıt için yorum yapma haddini hiç kendimde görmüyordum, şimdi ise bir hadsizlik ortaya koymuş olabilirim. Ancak toplumda aykırı bir duruş sergileyen, bu duruşu bir amaca yönelten ve farklılığı herkes tarafından kabul edilen radikal düşüncelere sahip başkaldıran kişiliklere olan hassasiyetim Martin’deki gibi Raskolnikov’da da değeri hak ediyor,düşüncesiyle bişeyler yazmak istedim..

Bu arada kitabı okurken mutlaka filmi olmalı çok eski tarihli bir yapım olarak, diye düşünüp kitabı elimden bırakıp netten kurcaladığımda filmi buldum ve filmi izleyebilmek için de kitabı sanırım farkında olmadan hızla okudum,ki zaten kendi kendine akan bir kitabın hızına yetişmem de imkansızlaştı..Dedim ya bir kovalamaca içinde gibiydim, ruhsal dengelerim alt üst oldu:) Ben başından beri geç kaldığım için hepsine mutlaka izleyenler olmuştur ancak izlemek isteyenler için 1969 yapım Suç ve Ceza’nın iki bölüm halindeki linkini de paylaşmak istedim.

1.Bölüm: https://www.youtube.com/watch?v=4y2i6M92QpQ
2.Bölüm: https://www.youtube.com/watch?v=fUfoT3Pz5cM


Özlem Bayır