28 Mart 2017 Salı

Sis - Miguel De Unamuno


Bu kitabı ocak ayındaki kitap fuarında almış,8 Ocak 2017 diye de üzerine not düşmüştüm.Ancak sırasını beklemek zorunda bıraktığım kitaplardan biriydi.Belki de yazarı tanımıyor oluşum ve aldığım ilk kitabı olmasıydı bu sıralamanın nedeni.Hakkında bildiğim tek şey ise,bir gün bir arkadaşıma hediye aldığım kitaba yazdığım ve ona ait olan “Yaşamın tek öğretmeni yalnızca yaşamdır” sözüydü.Ve artık okunma zamanı geldiğini düşünüp elime aldığım andan itibaren içinde kaybolduğum düşünsel bir serüvene dahil olacağımı tahmin edemediğim ve bitişinden üzüntü duyduğumu hissettmeme de neden olan güzellikte bir kitap olduğu fikriydi.Böylesi güçlü bir yapıtla karşılaşınca istiyorsunuz ki bundan sonra elinize aldığınız ilk kitaptan itibaren tüm diğerleri bu şekilde sizi doyursun,düşünsel sarsıntı yaşatsın,size eklemlensin,varlığınıza yeni bir esinti kaynağı olsun… 

Bu,bir roman tasvirindeki derinlikli bir felsefi yaratımdı bana göre..Ve felsefeye ilginiz varsa ruhunuza ayrıcalıklı bir doyum sunacağına emin olun…

Kitaba normal bir romana başlar gibi başlıyorsunuz,varlıklı bir adam,güzel bir kadın,bir ev, süregiden bir yaşam ve birkaç insan daha.. Normal ve bilindik bir hikaye kurgusu başlangıcı olduğunu size düşünürerek kadın-erkek ilişkisi ile başlatılan romanın aslında öyle olmadığını ve olmayacağını, satırlarda kontrolsüzce ilerleyişinizi fark ederken dikkatinizi daha farklı bir çabayla toplamaya başlıyorsunuz.Bu çaba daha çok düşünsel yetilerinizi ortaya koymanız gerektiğinin alarmını verir gibi bir uyarıya dönüşmeye başlıyor!Çünkü şimdiye kadar okuduklarınızdan farklı bir kurguda yer aldığınızı hissettiren bir yazarla tanışmış olduğunuzu anlamaya başlamakla birlikte romanın felsefi derinliği olan bir anlatıya dönüşeceğinin idraki üzerinde olacağınız Unamuno’nun ne demek istediğini anlamak üzere size farkındalığınızı artırıcı bir oturuş pozisyonu aldırıyor..Algılar açık,dikkat uyanık,beyin çalışmaya hazır… 

Önsözden itibaren karşılaştığınız cümlelerdeki felsefi mesajların hayata dair değinmelerinde zihin istemdışı da olsa sorgulamaya başlıyor bile. Altını çizdiğim ilk satırlardan biriydi önsözde; “..bir yerde acı yoksa ironi de yoktur ve sakınım mizahla kavga halindedir..” Önsözün çekiciliği ise başlı başına kafa yorulması gereken bir bölüm olarak önce sizi etkisi altına alarak düşündürmeye zorlarken kitabın sonlarına geldiğinizde zaten yaşamış olduğunuz genel şaşkınlığınız daha da artıyor.Önsözü yazan kim?

Hem bir hikaye hem de varoluş gerçekliğinin sorgulanmaya başlandığı sahnelerin içinde yer alırken diyalogların çokça oluşu ve akıcılığı size kendinizi bir tiyatro sahnesinin baş aktörlerinden biriymiş gibi hissettiriyor.Konu itibariyle insan-aşk-acı-ruh-varlık-evlilik-yaşam vs. ekseninde sorgulanan varoluşun ruhunuzdaki tezahürü o anda başkalaşım geçirmeye müsait bir hal alıyor.İşte tam da o bölümleri bir solukta okumamak gerek,anlatım dili ne kadar akıcı olsa da.Çünkü o bölümlerde insanın hayat ile olan bağlantısının felsefi temeline “varoluş” yoluyla uzanırken,bu sorunlara dair yanılsamaları sıradışı bir üslupla uzunca bir diyalog içerisine yerleştiriyor yazar.Anlatının omurgasını bu diyaloglar oluşturuyor. Yazar,her okurun beynine,ruhuna Agusto vasıtasıyla ulaşma amacını güderken bunu ustaca kaleme döktüğü bir anlatıya dönüştürüyor.

Agusto Perez’in hissettiği aşkın beraberinde acıyı getirmesi, ona kendi varoluşunun kaynağına dair sorgulamaları başlatırken acı duyduğu ölçüde var olabildiğini de öğretiyor.İlk kez, acı çektikçe düşündüğünü,düşündükçe varlığını,acı çektikçe ruhunu hissediyor. Descartes’in o ünlü “düşünüyorum öyleyse varım” sözü,onun zihninde sürekli “varım o halde düşünüyorum” , "seviyorum öyleyse varım" gibi kendince söylemleriyle değişimlere uğruyor ve soluksuz bir septik sorgulamanın içinde buluveriyor kendini.Düşlerimizin düş kırıklıklarına dönüşümünde yaşadığımız acının derinliği, insanı felsefi boyutuyla düşünmeye zorluyor belki de her seferinde.Bir nedensellik döngüsü içinde yaşamın varoluş gerçekliğini aklileştirme çabasıyla Perez, içinde bulunduğu durumu ve geldiği noktayı ruhsal bir bakış açısıyla yeniden irdelerken kendinde gördüğü eksiklikleri de zihninde kurguladığı psikolojik deneylerle tamamlamaya ve aradığı sorulara yanıt bulmaya çalışıyor.Ruhunda çığlık atan aşkın acısıyla zihnindeki ve ruhundaki karmaşayı dindirme çabası onu üç kadın arasında kurguladığı deneysel bir deneyime sürüklerken, aşkını da bu deneye teslim etmekten başka çaresi kalmıyor. Bu bölümleri heyecanlı bir film izler gibi tasvir etmekten kendinizi alamıyor,içinizden yükselen sesleri Agusto’ya duyurmak istiyorsunuz hatta.Onu uyarmak ister gibi.Bir aşk bir insanı tahmin edemeyeceği bir sona ulaştırabilir mi?Felsefeyi ve tüm kavramları bir yana bırakarak düşünecek olursak Agusto’nun son noktada -deney sonrasında- yaşadığı acının boyutlarını anlamamak imkansız olurdu.İnsanların sevinçleri farklı olsa da acıları ortaktır neticede ve bazı acılardaki duyguların derinliğini duyumsamak elbette ruhun ilk ve en kolay algıladığı şey olabiliyor.Özellikle bu bir kadının sadece gözlerinde başlayan aşkın acısıysa!... Fakat her deneyimin acısı, her kişiyi farklı bir idrak boyutuna ulaştırırken kimilerinde ise yaşamın en öngörülemez noktasına taşımış olduğu sürprizini de beraberinde getiriyor.

Agusto’nun yaşamında,düşüncelerinde ve hayatını etkisi altına alan bu aşk deneyiminde her şeyin bir sis tabakası gibi beynini kapladığını, görünenle görünmeyeni,bilinenle bilinmeyeni varoluş temelinde ayırt etme noktasında yaşadığı her şeyin düşsel bir yanılsama gibi olduğunu ve fakat aynı zamanda olmadığını da anlamaya, hatta kendini ikna etmeye çalışırken, karmaşık olan hayatın idrakinin kavramsal zorluğunu da ustaca gözler önüne seriyor yazar.Özellikle finalde.Kitaptaki en önemli bölümlerden biri de sonda yer alan Agusto’nun köpeği Orfeo’nun monologlarının dikkate değer oluşu.Bağlılık kavramının üzerinde bu noktalarda üstüne basa basa durmuş ve bizi en acıtan ve düşündüren bölüm olarak müthiş bir tasvirle sahnelenmesini sağlamış diye düşünüyorum.

Bunun dışında bahsi geçen varlık,mülkiyet,mülkiyetin gücü,maddi kavramlar üzerine değinmelerinin boşuna olmadığını,yazar hakkında biraz araştırma yapınca anlıyorsunuz.Faşizme olan karşıtlığı nedeniyle tepkilere maruz kaldığı,sürgün edildiği ve ölümüne dair bilgiler sizi ona ve onun deliliğinin boyutlarını anlamaya daha da yaklaştırıyor.

Yazar ummadığınız bir sürpriz de yapıyor sonlarda. Birden bire kendinizi bambaşka bir yerde bulmanız, ummadığınız biriyle bir diyaloğun sahnesinde olmanız sizi şaşkına çevirirken, yazar şimdiye kadar böyle bir sahnenin içinde yer almadığınızı da size fark ettirerek sıra dışı bir deliliğin üstadı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.İşte sadece oldukça ilginç olan bu deneyimi yaşamanız için bile okunmayı hak eden bir kitap.

Çok hassas olma çabasıyla ve çok zorlanarak,ipucu vermemeye çalışarak, adeta kıvranarak kapalı ifadelerle bu incelemeyi yazma gayretinde oldum elimden geldiğince,fakat aynı zamanda bunun bir inceleme olmadığının da farkındayım böyle bir yazarla tanıştıktan sonra..Ancak bir edebi yapıtta varoluşçuluğu; bilindik bir konu olan aşk ile böylesi bir ustalıkla anlatma,okuru hiç beklemediği bir yerden vurup düşünsel yetilerini zorlayıcı bir kurgunun içine çekme ve tüm bildiklerinizi size yeniden sorgulatma yeteneğine sahip Unamuno’ya hayran kaldığımı,zekasının ne kadar incelikli kıvrımlara sahip olduğunu belirtmeliyim.Böyle yazarlar tanıdıkça hiçliğinizin bir kez daha farkına varıyorsunuz..


Kitaptan bazı alıntılar:

*Biz insanlar ne büyük acılara,ne büyük mutluluklara dayanıyoruz,çünkü bu acılar ve mutluluklar küçük olaylardan oluşmuş büyük bir sis tabakasına bürünerek geliyorlar.Yaşam bu işte, sis.

*Rastlantı dünyanın gizli ritmidir!

*İnsan yanında birisiyle uyuyunca düş de ortak olmalı!

*Sevmek için yaşamak gerek! Evet ve de yaşamak için sevmek gerek!

*İnsan iyi olarak doğar,doğal olarak iyidir;toplum onu bozar,yoldan çıkarır...

*Erdemsizliklerimiz evcil hayvanlara bile bulaşır!Hatta bizimle birlikte yaşayan hayvanları o kutsal doğal ortamlarından çekip çıkardık! Ah insanlık! İnsanlık!

*Yaşamın tek öğretmeni yalnızca yaşamdır;bunun yanında pedagoji hiç kalır.

*Yaşam çok şey öğretiyor insana,ölüm daha çok;her ikisi bilimden daha çok,çok daha fazlasını öğretiyor.

*Ruh,yalnızca gözyaşları halinde ortaya çıkan bir kaynak.Gerçekten ağlayıncaya dek,insan bir ruhu olup olmadığını bilmiyor.

*"...hiç kimse kendisi değildir,başkalarının yaratılarıdır."

*İyi kalpli,duygusal ve iyi bir insan eğer delirmezse, tam bir budala demektir.

*Gülmek,trajediye hazırlanmaktan başka bir şey değildir.

*Kadınla ilgili psikolojik tek deney evlenmektir.

*Bir insan haklı çıkma için nedenler aradığı zaman aslında Tanrı'yı haklı çıkarmaktan başka bir şey yapmaz.

*-Evet, "Sanatın en iyi kurtarıcılığı,insana var olduğunu unutturmasıdır." diye bir söz duymuştum.Kendi kendine eğlenmek,acılarını unutmak için kendini roman okumaya veren insanlar vardır...
-Hayır,sanatın en iyi kurtarıcılığı,bir insanın var olduğundan kuşkulanmasını sağlamasıdır.
-Peki var olmak nedir?


*İntihar edenlerin büyük çoğunluğu başarısızlığa uğramış katillerdir;kendilerini öldürenler başkalarını öldürme yürekliliği olmayanlardır...

*Tanrı bizimle ne yapacağını bilmedi mi öldürür bizi!

*Bir de üzüntü insanı öldürmez derler!

Mutlaka okuyun..
Keyifli okumalar dilerim.
Sevgiler...


Özlem Bayır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder